Bulgar ordularının işgali esnasında hem sivillere hem de esir aldıkları Türk askerlerine yaptıkları muammele üzerinden yüzyıllar geçse de unutulmayacaktır.
Balkan Savaşı Öncesi Edirne Edirne'de askeri, sivili, Balkandaki kaynamayı tedirginlikle izlemektedir. 17 Eylül 1912 genel seferberlik ilanının gazetelerde çıktığı gündür. Silah altına çağrılanlar işini gücünü terk ederek büyük bir istekle bu davete katılmaktadırlar. Balkandan Edirne'ye sürüklenmiş muhacir arabaları, İstanbul'a doğru yola çıkmıştır. Edirne'nin yerlileri de, silah altına alınmadan önce, ailelerini İstanbul'a göndermektedirler. Edirne'ye asker yığılmaya başlamıştır.
Ancak kaleye gelenlerin ne cinsi, ne miktarı ve ne de geliş zamanları, barış zamanında düzenlenmiş programlara komutanlarca verilmiş talimatlara uymamaktadır. Hele ikmal kuvvetlerinin geliş şekli pek fecidir. Topçu askeri yerine, gereği olmadığı halde denizci, piyade yerine süvari gelmektedir.
Kale komutanı, sonraki adıyla Edirne Muhafızı Şükrü Paşa, bir avuç gayretli subayı ile bu gelenlerden Edirne'yi savunmak için olabildiğince yaralanmanın çaresini aramaktadır. Savaş ilanı duyulur. 9 Ekim günü uzaktan top sesleri Edirne'ye yaklaşmaya başlar.
Sivil halkın şehirden kaçışı hızlanmıştır. Edirne neredeyse askerlerin ve onlara yardımcı olmak için kalan sivil erkeklerin gezdiği terkedilmiş bir şehir olmuştur. 10 Ekim çarşamba günü, şehrin ilk yaralıları gördüğü gündür. Gelen yaralı askerler çamur içinde, düzensiz kıyafetli, perişan askerlerdir.
Ertesi gün Edirne ilk düşman ateşini yer. Gelen haberler, düşmanın henüz etkili olmadığını belirtmektedir. Ne var ki Edirne dışında savaşın nasıl gittiğini bilen yoktur. Savaş alanının en korkunç manzarası insanlardır. Yani ölüler, yardımsız kalmış yaralılar ve şaşkın insan toplulukları. İstanbul'un yirmi kilometre ötesinde, bir insan ve asker seli boylu boyunca akıp gitmektedir.
Kasabalar ve köyler bomboş. Örneğin Küçük Halkalı Köyünde yalnızca on kişi kalmış. Herkes İstanbul'a sığınmış Tren yolunu zaman zaman kesen şose üzerinde hiç kimse görünmüyor. Lüleburgaz'ın da Bulgarların eline geçtiği söylenmektedir
Belli olan bir şey var. Yiyecek ve mühimmat dolu trenler varacakları cepheleri bulamıyor çevredeki gazetecilerle konuşan genç subaylar bile hangi birliğe bağlı olduklarını söyleyemiyor. Bir tanesi 28. Taburda bölük komutanı olduğunu söylüyor, ancak birliğinin yerini kestiremiyor...
Evet bu karmaşa içinde Türk ordusu, sağa sola serpiştirilmiş gibi. Atlar, katırlar, erkekler ve öküzlere bağlanmış toplar. Ve sonra ellerindeki iri kürek ve kazmalarla siper kazmaya çalışan askerler. Biraz ötede mevzilenen bataryalar... Ama kime karşı, hangi düşmana? İşte bilinmeyen budur. Abdullah Paşa, karargâhında çılgına dönmüştür. Bir kilometre ötesindeki birlikten haberi yoktur ki ordusunu kontrol edebilsin.
Ve İstanbul'dan İttihat ve Terakki hazırlık içinde diye haberler gelmektedir. Savaşı, iktidara gelirse kazanacaktır! Vagonların üstü bile muhacirlerle doludur. Kaçma telaşı içindedirler. Savaştan, Bulgarlardan ve İmparatorluğun yıkılan enkazının altından kaçmaktadırlar. 60 kilometrelik bir mesafeyi bu tren denen araç tam 8 saatte alabilmiştir. Babaeski'de pes eder. Odunu bitmiştir.
Babaeski'de ağır ve korkunç soğuk içinde insanı terleten bir gece başlamaktadır. Herkes bulabildiği yere uzanmıştır. Kimi kaputlu kimi battaniyeli, ama çoğunluğu çıplak ve bitik . Sonra gece yarısı herkes birden ayağa fırlar. Peş peşe silah sesleri gelmektedir. Üç dört kişi, ölen veya öldürülen bir askerin üzerine kümelenir. Ölünün üzerindeki kana bulanmış ekmeği paylaşma kavgasına girmişlerdir.
Edirne savunması acılar içinde, fakat diğer cephelerdeki bozgundan çok farklı olarak belli bir disiplinle sürer. Osmanlı teslim olmuştur. Tek direnen yer Edirne'dir. Erzak bitmiştir. Hayvanlara verilmek için gelen darıyı, erat yemektedir şehirde tuz bitmiştir şehrin eczacıları yapay tuz üretmektedirler. Aralık ayı sonuna gelindiğinde dağıtılan yemek, saklanmış peynir suyu ya da peynir suyuna papara yapılmış darıdır.
Ocak sonuna doğru bir yandan Bulgarlar, öte yandan Sırplar ağır bir bombardımana başlarlar işin uzamasından sıkılmışlardır. Hele Bulgarlar, Çatalca'ya kadar gitmişken, Edirne'yi nasıl olup da alamadıklarının öfkesi içindedirler saldırırlar. Gördükleri karşılık piyade ateşidir. Kaledeki askerler açlıklarını gidermek için, ağızlarında kösele parçaları çiğnemektedirler.
Bulgarların gündüz top ateşi ve yoğun piyade saldırısıyla aldıkları mevzileri, gece silah atmaksızın ani baskınlarla ve süngüyle geri almaktadırlar. Şubat ayı Edirne'yi savunanlara, düşman baskısı yanında kışı da getirir. Yalnızca Güney Cephesi Komutanlığı'nın 14 şubat tarihli raporunda. 126 erin donarak öldüğünün kaydı düşülmüştür.