Serbest Forum
February 17, 2025, 12:10:10 pm
Welcome, Guest. Please login or register.

Login with username, password and session length
 
  Home Help Gallery Staff List Login Register  

TÜRK ÜLKÜSÜ

Pages: [1] 2 3 4   Go Down
  Print  
Author Topic: TÜRK ÜLKÜSÜ  (Read 4263 times)
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« on: September 19, 2010, 01:35:30 pm »

ÜLKÜ NEDİR?

Türk milletinin diğer milletler karşısında zelil olmasını kabullenmemek şuuruyla hareket etmeyi gerektiren “ülkücülük”, Türk’ü dünya üzerinde layık olduğu yere yükseltme davasına verilen addır.

Ülkü içtimai bir fikir ve kuvvettir. Ülkü: Cemiyetin maddi manevi varlığını daha kamil bir şekle getirmek için edinilen kanaattir. Ülkü yalnız cemiyetin tekamülünü bağlayan zincirleri koparmaz, yalnız tarihin intikamını almaz, tarihin hakkını, şerefini kurtarmaz, onu en yüksek en uzak gayesine de ulaştırır.

Ülkücülük geri kalmışlık zincirini kırma gayesi güdüp Türk Milleti’ni çağın en güçlü en zengin milletleri arasına sokmayı ve başta kendi milleti olmak üzere bütün dünya milletlerini şerefli güvenli bir hayata ulaştırma gayesini hedef alır.

Ülkücülük kozmopolit değil, milliyetçi karakterlidir. Zulmü değil, adaleti; inkarı değil, teslimiyeti; isyanı değil, itaati; cehaleti değil, ilmi; korkuyu nefreti değil, sevgiyi;savaşı değil, barışı;kavgayı değil hoşgörü sağlamayı arzular. Ülkücülükte hak güçlünün değil, haklınındır. Ülkücülük günlük hesaplar yapmak yerine çağları kucaklayan bir aksiyonun adıdır.

Ülkücü: Almaktan çok verir.
 Herkeste güven hissi uyandırır.
 Akrabalarını milletini sever ve onların hakkını korur.
 Ümitsizliğe düşmez.

“Hayatını davasını adamış insanlar ne güzeldir… Hele bu dava ardında medeniyetler, kültürler, imparatorluklar, şanlar ve şereflerle dolu Türk’ün, Türkçülüğün, Türk milliyetçiliğinin davası olursa. ”
 Hüseyin Nihal Atsız
Report Spam   Logged

Share on Bluesky Share on Facebook

OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #1 on: September 19, 2010, 01:36:29 pm »

TÜRK ÜLKÜSÜ



Savaşmak yaşamak için lazımdır. Günümüzde dahi ister soğuk savaş ister aktif savaş niteliğinde olsun, toplumların var olma kavgası devam etmektedir. Türlü siyasi anlaşmazlıklar;masa başında devlet adamlarının çözüme ulaşıp, muvaffak olamamaları neticesinde askeri arenaya taşınıp çözümlenmeye çalışılmaktadır.

Atsız’ın da dediği gibi: “Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma nizamı içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir. ”

Bunun neden ve niçin böyle olduğu hakkındaki sorgulayıcı düşünceler bir yana bırakılırsa ve hakikat olduğu gibi kabul edilirse, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayati prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varılır. Ki her devlet askeri bir güce sahip olarak var olmakta ve gerek duyduğunda bu gücü kullanmaktadır.

Atsız’ın görüşlerinden hareketle; O’nun savaş taraftarı olduğu fikrini ortaya atmak yanlış olur. Atsız’ın savaş ve askerlik üzerine düşünceleri daha 1922’de Askeri Tıbbiye’ye geçmesiyle şekillenmiştir. Fakat hiçbir zaman savaş ve yıkım aleyhtarı olmamıştır. O’na göre

“Menfaatlerin çatıştığı davaları bitirmek için savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vasıta vardır: Biri maddidir, buna “teknik” diyoruz. Biri ruhidir, “ülkü” adını veriyoruz. Uzun tarih göstermiştir ki eşit maddi kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi kuvvetten yoksunluk ise maddi güç ne kadar büyük olursa olsun, bozgun demektir. ”

Bu fikirleri de Nihal Atsız’ın ruhi kuvveti yani ülküyü büyük bir silah ve savaş kazanma aracı olarak gördüğünün kanıtıdır. Yani asıl savaşın amacı ve aracı alelade bir savaş tanımından daha uludur.

Ruhi kuvvet ne demektir? Biraz daha yakından bakalım…
“Ruhi kuvvet; milli üstünlük inancı, büyümek isteği yani milli ülküdür. Milli ülküler toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Türk yaratıcı kuvveti yani Türk ülküsü; yüzyıllardan beri prensip haline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç defa gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler hayal içinde rehavete dalmış olanlardır. Dedikleri gibi hayal olsa şimdiye kadar hiç gerçekleşir miydi?”

Atsız, Türk ülküsünü biraz daha somutlaştırmak yoluna gitmiş ve “insanların ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabildiklerini” söylemiştir.
“Milli bir ülkü olmadıktan, yalnız yiyip içmeyi ve rahat etmeyi düşündükten sonra, insanın hayvandan ne farkı kalır? Hayvan ölümden ve ızdıraptan kaçar, kuvvetliden korkar. Ölümden korkmayan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetliyle savaşı göze alan yaratık ancak ülkücü insandır. ”

Günümüzde milletçe yaşadığımız tehlikeli dalgınlığa işaret eden Atsız, daha önceleri de böyle bir dalgınlığa düştüğümüze fakat sonradan sıçrayıp şahlandığımıza dikkat çeker. Ayrıca yabancıya hayranlık gibi sinsi bir tehlikeden bahseder ve der ki: “Tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa olsun tek çare ve ilacı vardır ki o da: Türk ülküsüdür. ”
Bu ilaç Kurtuluş Savaşı’nı kazanmamızı sağladı ve damarlarımızda hala mevcudiyetini korumaktadır. Ta ki biz yeniden ona ihtiyaç duyana kadar bünyemizde var olmaya devam edecektir.
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #2 on: September 19, 2010, 01:37:12 pm »

KIZILELMA

H. Nihal Atsız’ın Kızılelma 1. sayı, 31 Ekim 1947 tarihli yazısındaki görüşlerine geçmeden önce, Kızılelma’yı bize tanıtan kişi Ziya Gökalp ve “Kızılelma”sından bahsedelim.

İlk defa 1913 yılında Türk Yurdu dergisinde yayınlanan “Kızılelma” , Ziya Gökalp’in en güzel şiirlerinden biridir.

 Kızılelma harita üzerinde bir yer midir? Yoksa bir mefkûre midir?
Z. Gökalp ‘ in hikâyesinde İsviçre’de Lozan’ın yanında kurulan bir “Türk Beldesi”dir. Bu belde yüksek bir ilim sitesidir. Burada her bilim dalının bir okulu bulunur. Türklük âlemini uyandıracak bu ilim şehrine Kızılelma adı verilir.
Gökalp, Türk ırkının içinde bulunduğu hazin durumu ve nasıl kurtulacağını Kızılelma’da ortaya koymuştur.

 Türk ırkı Kızılelma diye yüzyıllar boyunca ülkeden ülkeye koşmuş fakat aradığını bulamamış, tersine kendisini başkaları için yok etmiş, kendi benliğine yabancılaşmıştır. Bunun sebebi Türklüğün özlediğini kendi içinde değil, dışarıda aramasıdır. Gökalp ileri sürdüğü kültür milliyetçiliğinin ancak ilim ve terbiye yolu ile gerçekleştirilebileceğine inanmıştır. Gökalp’in kurduğu ilim sitesindeki fakülteler daha ziyade sosyal ve ekonomik kalkınmayı esas alırlar. Aslında Kızılelma dene bir yer yoktur. Kızılelma bir ülküdür.

 Hüseyin N. Atsız, Gökalp’in görüşlerine hiç değinmez. O’na göre:

“Türkler kendi ülkülerine niçin Kızılelma demişlerdir, bunun sebebi bilinmemektedir. Yalnız bu isimdeki safiyet ve rüstailik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır. ”

Atsız bu adın önce halk arasında doğduğunu, sonradan aydınlar tarafından benimsendiğini söyler. Kızılelma ülküsüne çok önem vermektedir. Şöyle ki:
“Kızılelma ülküsü Osmanlıların parlak zamanlarında iyice belirip şekillenmiş ve merhale merhale Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali haline gelmiştir. Bu büyük düşünce olmasaydı, 11. yüzyılda Anadolu’ya gelen en çok bir milyon Türk, Bizans’ın Asya ve Avrupa’daki topraklarında rastladıkları diğer Türklerin birkaç tümenlik Hıristiyanlaşmış döküntülerinin yardımıyla da olsa, bu cihanşümul devleti kurup dört kıta (dördüncüsü Okyanusya’dır) üzerindeki teşkilat ve medeniyet şaheserini yaratamazdı.

Kızılelma ülküsüne “tehlikeli maceracılık” diyenler, bugünkü Araplarla Yahudilere bakıp düşünmelidirler. Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmalarıyla dünyaya örnek olmuşlardır. Biz ise bir yandan “bir Tük dünyaya bedelidir” vecizesine inanmış görünürken bir yandan da kendimizi baltalayıp inkâr ettik. Büyüklükten korktuk. Küçüklüğü benimsedik ve milli ülküyle delilik diye alay ettik. Kızılelma ülküsünü bir delilik sayacaksak büyüklükten değil yaşamaktan da vazgeçmeliyiz. Tarihi vazifesini yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk olmayı kabul etmeliyiz. Eski Asurlular, Hititler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız. Buna razı değilsek milli ülkünün peşine düşmeliyiz ve demiryolu yapmakla birkaç fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz. ” Derken düşüncelerini mantıklı bir temele oturtmakta ve oldukça realist davranmaktadır.

Ziya Gökalp‘te tanıdığımız Kızılelma aklımıza her ne kadar hayal olarak kazınsa da Atsız, Kızılelma’yı biraz daha siyasi bir sosa batırarak bize sunmaktadır. Ama sadece bu ülküyü tatmakla kalmayıp hazmetmemizi de istemektedir. Der ki: “Kızılelma, Türk milletinin manevi gıdasıdır. Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı hatta zehirli şeyleri yerlerse, Türk milleti de “Kızılelma” kendisine yasak edildiği için “Marksizm” ve “Kozmopolitizm” gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor. ”

 Fakat artık bu devir kapanmıştır. Gittikçe uyanan milli şuur karşısında gafiller ve hainler Türk milletini daha çok aldatamayacaklar, Kızılelma’nın yolunu kapatamayacaklardır. Ziya Gökalp’ın mısraları düsturumuz olacaktır:

Demez taş kaya
Yürürüz yaya.
Türk’üz, gideriz
Kızılelma’ya…
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #3 on: September 19, 2010, 01:38:08 pm »

ÜLKÜLER TAARRUZİDİR

Atsız’ a göre: milli ülkülerde azdan çoğa doğru üç dönem vardır: İstiklal, birlik, fütuhat.
Milli ülkünün ilk dönemi istiklal kazanmaktır. Müstakil olmayanlar istiklallerini kazanmak, kazanmış olanlar da bunu muhafaza edip sağlamlaştırmak düşüncesi ardında koşarlar.

Milli ülkünün ikinci merhalesi birliktir. Yani bir milletin bütün fertlerinin tek bayrak altında, tek devlet haline gelmesidir. İstiklalini kazanmış olan her milletin ilk işi yabancı hâkimiyeti altında kalmış olan uruktaşlarını kurtarmak yollarını aramaktır. Yahut bir millet birkaç ayrı devlet halinde siyaseten müstakilse bunların birleşmesi için siyasi ve askeri faaliyette bulunmaktır.

Atsız’ın bu görüşü bir Türkler için gerçekleşmesi pek mümkün olan bir hadise gibi görünmemektedir çünkü dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Türk milletini tek devlet altında toplamak bir ülküden öteye gidemeyecektir. Her şeyden evvel çok güçlü bir devlet haline gelip, dış siyaset arenasında söz sahibi olacağımız gün bu tasarı tekrar düşünülebilir. Kaldı ki imkansız bir istek de değildir.

Atsız için; milli ülkünün üçüncü merhalesi de fütuhattır. Çünkü milli birliğini tamamlayamamış olan milletler kendi soylarını yeryüzüne yayıp hakim kılmak için istila ve fütuhat yapmak mecburiyetindedir. Hatta bir millet bazen kendi milli birliğini tamamlamadan önce de fütuhata başlayabilir. Mesela Osmanlılar Türkiye’deki Türk birliğini tamamlamadan önce Avrupa’da geniş fütuhat yapmışlardı. İtalyanlar ve Almanlar da milli birlik işi bitmeden önce sömürge fetihlerine kalkışmışlardı. Fakat öyle tek tük istisnalar kaideyi bozmaz. Görülüyor ki ülküler taarruzidir. Müstakil olmayan millet istiklalini kazanmak için kendisine hâkim olan milleti yenmeye mecburdur. Yani taarruzi bir maksatla hareket edecektir. Birliğini tamamlamamış olan millet bu birliği elde etmek için uruktaşlarını esaret altında tutan millet veya milletlerle çarpışacak, onlardan toprak alacaktır. Milli birliğini kurmuş olanlar ise fütuhat yapmak için başkalarını yeneceklerdir. Demek ki milli ülkülerin her üç dönemi de taarruzidir.

Bu noktada Atsız’ın var olan topraklarla yetinmemek ve daha geniş bir coğrafyaya yayılmak gerektiği fikri ortaya çıkar. Mevcut sınırları muhafaza etmek düşüncesi O’na göre hiçbir zaman bir ülkü olamaz. Hatta: “Bir millet için en büyük tehlikelerden biri barış ve dostluk afyonu yutarak uyumaktır” der. “Büyümek istemeyen millet küçülmeye mahkumdur. Saldırmayan millete saldırılır. ”
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #4 on: September 19, 2010, 01:39:04 pm »

TÜRKÇÜLÜK

 Ülkücülük kavramıyla Türkçülük kavramı birbirini o denli tamamlar ki; bu iki kavramı birbirinden ayırt etmek neredeyse imkânsızdır. Öyle ki:
 
 “Türkçülük, büyük Türk elinde Türk uruğunun kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür. Denebilir ki; bu ülkü olmadan Türklük dünya üzerinde asıl hak ettiği yeri alamayacaktır. ”

Türkçülük kavramına kısaca değinelim.

Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Kelimenin sonundaki ek yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre kelime yerine de kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade olunamaz. Cengiz Mete’ye göre ; “Zaten başka milletlerin Türk’ü sevmesi de gerçekten bir sevgiye değil, geçici bir nezakete, çıkara, siyasi zaruretlere işarettir. Türk’ü gerçek olarak, Türk’ten başkası sevmez. Türkçülük bir ülküdür. Ülküler milletlerin manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi bile silik ve sönük kalmaya mahkûmdur. Eğer bu millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek hatta yok olmaktır.

 “Ülküler gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler. ”

 Türkçülük dört kaynaktan geliyor:

1-Kökü çok eski olan ve Türk uruğunun şuur altında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik,

2-Tanzimat’tan sonra Avrupa’daki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbik olunmasını isteyen milliyetçilik hareketi,

3-Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki,

4-Türkler’ in 200 yıldan beri çektikleri büyük sıkıntılar.


Bu dört kaynaktan gelen düşünceler birbiriyle kaynaşıp yoğrularak bugünkü Türkçülük ortaya çıkmıştır. Türkler, Türkçülük ile güçlenecek, kurtulacak, ilerleyecek, yükselecektir.

Buna göre bir değerlendirme yapacak ve öngörü sağlayacak olursak: bir millet yükselme iradesini taşımazsa, kendine güveni olmazsa, başkalarını taklitten başka bir şey yapmazsa, geçmişi ile övünmezse, başkalarından üstün olmak istemezse, ülkü için ölümü göze almazsa, savaştan korkarsa, o millet içinden çürümüş demektir.
“YÜZDEYÜZ TÜRK OLDUĞUN GÜN CİHAN SENİNDİR” –H. Nihal ATSIZ
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #5 on: September 19, 2010, 01:39:37 pm »

DIŞARDAN GELMEMİŞ OLAN TEK DÜŞÜNCE

Atsız’ın Türkçülük kelimesi ve Türkçülük kavramına ilişkin görüşleri bu bölümde de devam eder.

“Türkçülük düşüncesi veya fikrine düşman olanlar öncelikle Türkçülük kelimesine itiraz ederler. İtirazcılar şöyle der: “Türkçülük de ne demek oluyor? Bunlar Türk mü satıyorlar? Sütçü süt satan demek olduğu gibi bunun manası da Türk satan demektir” Böyle saçma bir düşünce olur mu? Çünkü isimlerin sonuna gelen “cı, ci, cu, cü, çi, çü” eki yalnız o nesnenin satıcılığını göstermez, sevgi, taraftarlık, mensupluk da belirtir. Bunun gibi “Türkçü” kelimesi de “Türk’ü seven “, “Türk’e taraftar olan” manasına gelir.

Diğer bir itiraz da Türkçülüğün memleketteki başka unsurları gücendireceği fikridir. Bunun da hiçbir tutar yeri olmadığı ortadadır. Dünyanın hiçbir yerinde %10 ‘u gücenecek diye %90’ın kendi fikirlerini ve menfaatlerini açıkça ileri sürmekten alıkonmak istenmesi görülmüş değildir. Azınlıklar o memlekette ancak asıl sahiplerin milli haklarına saygı göstermek şartıyla adalet dairesinde yaşamak hakkına maliktirler ve hiçbir suretle kendi hususi ve milli şartlarını, menfaatlerini ileri süremezler.

Üçüncü ve makul gibi görünen bir itiraz da: Türkçülüğün bütün dünya Türklerini ülkü edinmesi bakımından hayali ve boş hatta maceracı ve tehlikeli olması düşüncesidir. Türkçülüğün istekleri mazide birkaç kere hakikat olduğu için “hayal olmamak” gibi bir dayanağı var demektir. Türkçülük şimdiye kadar iş başına geçmiş değildir ki maceracı olduğu denenmiş olsun. Sınır dışı ırkdaşlarını düşünmek, onların bizimle birleşmesini veya hiç olmazsa bağımsız olmasını istemek ise hiçbir zaman maceracılık değildir. ”

Atsız’ın da belirttiği üzere; bugün Türkiye’deki fikir cereyanları arasında yerli ve milli olan tek fikir Türkçülüktür. Faydalı veya zararlı olsun, ötekilerin hepsi dışarıdan gelmiştir. Komünizm Rusya’dan, Masonluk Balkanlar yolu ile, Demokrasi de İngiltere ve Fransa’dan…
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #6 on: September 19, 2010, 01:40:13 pm »

TÜRKÇÜ KİMDİR?

Türkçülük kavramından sonra “Türkçü” nün kim olduğunu Atsız şöyle açıklar:
“Türkçü, Türk ırkının üstünlüğüne inanmış olan kimsedir. Türkçü, milli menfaatleri şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve maziye saygı gösteren, vazife ahlakı yüksek olan, haksızla savaşta pervasız bir insandır. Mütevazı olmaya mecburdur çünkü kendini ileri sürmek yaptığının karşılığını beklemek veya takdir olunmak içindir. Hâlbuki takdir beklemek bir hodbinliktir. Türkçü, milletine bir hizmet yaparken bunu beğenilmek için değil, vazife bildiği için yapar ve yağacağı en büyük hizmetin bile, adı sanı bilinmeden ölüp mezarsız yatan şehitlerin hizmeti yanında pek küçük kalacağını bilir. ”

Atsız’a göre, Türkçü insan olarak üstün meziyetler sahibi olmanın yanında; insani melekeleri tam ve yerindedir. Ve bunu kendine saklamaz, diğer insanlara da aktarır.

“ Türkçüler dayanışmalı yaşamaya mecburdur. Dayanışma olmayan yerde için için bir kemirilme vardır. Türkçü ülküdaşlarıyla olacak bir geçimsizliğin ülküye darbe olduğunu bilir. ”

 Türk’ü Türk’ten başka kimsenin anlamayacağını her fırsatta dile getiren Atsız;

“Türkçü hiç şüphesiz Türk’ten olur” der. “Fakat her Türkçüyüm diyen Türk, Türkçü değildir. Samimi olması ve Türkçülüğün şartlarına uyması lazımdır” görüşünü bildirir.

“Türkçülüğün en büyük vazifesi Türklüğe hizmettir. Bunun da baş şartlarından biri çevresinde bulunanlara Türklük sevgisini aşılamaktır. O yorulmadan ve bıkmadan Türk ırkının üstünlüğünü anlatacak, yabancıların tehlikesini söyleyecek, Türk ahlakının gereklerini bildirecek, barışmaz düşmanımızın kim olduğunu telkin edecektir. ”
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #7 on: September 19, 2010, 01:40:44 pm »

TÜRKÇÜLÜK DEĞİŞMEZ BİR FİKİRDİR

Türkçülüğün geçmişte kalan idealist fikirlerin tekrarlanmasından oluştuğu fikrine karşı çıkan Atsız;

“Türkçülük bir moda olmadığı için değişmeyecek, bir ilim olmadığı için sabit kalacak, bir eğlence olmadığı için kendini beğendirmeye uğraşmayacaktır. ”

“Türkçülük için önümüzde gittikçe genişleyecek bir çalışma ve başarma devri açılmaktadır. Türkçülüğün şiarı soğukkanlı, ağırbaşlı ve mütevazı olmak bulunduğundan en küçük başlangıçlardan hareket ederek ağır ve emin adımlarla büyük başarılara doğru ilerleyeceğiz. Yürüyüşümüz azimli, hesaplı ve disiplinli olacaktır. Her işte hep beraber olacağız ve ülküye doğru hep beraber gideceğiz “deyip, “Ülkü yolunda yürüyüşümüzün ağırlaştığı günler ve hızlandığı günler olacak, fakat Türkçülüğün aslında ve son hedeflerinde hiçbir zaman değişme olmayacaktır” tezinin ne kadar sağlam olduğuna zerre kadar şüphe duymamaktadır.
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #8 on: September 19, 2010, 01:41:12 pm »

TÜRK BİRLİĞİ

Biz Türkler ırk olarak çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda asırlardır varlığımızı sürdürüyoruz. Kutuplardan ekvatora kadar herhangi bir ülkede bir Türk’e rastladığımızda artık şaşırmıyoruz.

İstatistiksel bilgi olarak dünya üzerindeki ortalama sayımızı doğru olarak bilmiyoruz. Atsız, bu sayının kasti olarak azaltılıp- çoğaltıldığını söyler:
 
“Düşmanlar kasti olarak bu sayıyı azaltmaya çalıştıkları gibi dostlar da körü körüne çoğaltmaktadır. Türklerin eskiden beri kalabalık bir millet olduğu hakkındaki düşünceler, tarihi incelemelerin ilerlemesinden sonra çürümüştür. Türkleri pek kalabalık gösteren şey, onların büyük siyasi rol oynamaları ve cevvaliyetleridir. Hakikatte ise Türkler, bütün kırgınlara rağmen, hiçbir zaman yirminci yüzyılda oldukları kadar çok olmamışlardır. Yabancı milletlerin Türkleri az göstermek gayretlerini de hesaba katarsak, milletimizin 55-60 milyonluk bir topluluk olduğunu söyleyebiliriz. ”

Günümüzde de Türk’lerin birleşmesi pek mümkün görünmemektedir. Bundan kastımız aynı sınırlar içine dünya üzerindeki bütün Türk’lerin toplanmasıdır. Atsız bunu kabul etmez ama imkânsız olarak da görmez:

“Türkler vaktiyle birkaç defa birleşmişler ve bahtiyar olmuşlardı. Yeniden birleşeceklerdir. Milli ülkümüzün ilk maddesini “Bütün Türkler birleşecektir” diye ifade edebiliriz.
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #9 on: September 19, 2010, 01:41:45 pm »

TARİHİN BARIŞMAZ DÜŞMANLARI

Bu bölümde Hüseyin N. Atsız; Komünizm, emperyalizm gibi kavramlardan bahseder. Komünizm ülkemize fikir olarak girmiş ve kimi zümreler tarafından benimsenmiştir fakat bizim içimizden doğan ve bize ait olmayan her görüş gibi, bu dış kaynaklı görüşler de bizim için zararlıdır.

Atsız burada şu soruyu sorar: “Komünizm bugün yalnız Moskofçuluk demektir. Moskof ile dostluk yapılacağını sananlar maziye dikkatli bir göz atmalıdır. Bizim onlarla 1798 ve 1833’te yapılmış iki ittifakımız daha vardır. Bu ittifaklar ve ittifak anlaşmalarındaki “ebedi ve sarsılmaz dostluk” vaatleri daha sonraki kanlı boğuşmaları önleyebildi mi?”
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #10 on: September 19, 2010, 01:42:17 pm »

MİLLİ ŞUUR UYANIKLIĞI

 Milli şuurun ne anlam taşıdığı ile ilgili Atsız’ın görüşlerine değinelim:

“Milli şuur bir milletin, kendini duyması ve bilmesidir. Hem duyguya hem de düşünceye dayanan milli şuur, bir milletin manevi kuvvetlerinden en mühimidir. Bir millet ordusunu kaybedebilir. Bağımsızlığını da kaybedebilir. Fakat dilini sakladıkça o millet yaşıyor demektir. Dilini kaybeden bir millet ölmüş sayılır. Buna rağmen bir millet, dilini cebri sebeplerle kaybettiği halde milli şuuruna sahipse, o millet kendisine zorla kabul ettirilen yabancı dile rağmen hakiki hüviyetini bilir ve günün birinde bu milli şuur sayesinde öz dilini yabancı bir dil tahsil eder gibi öğrenerek hakiki benliğine döner. ”

“Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde; öğretmenler iltimas yapmaz, öğrenciler milli heyecanla coşan bir yürek taşır, dil kıskançlıkla korunur. Dilin sarf ve nahvini bozmaya kalkıp bunun hakkında yazı yazan çılgınlar alkışlanmaz, bilakis tımarhaneye sokulur. Herkes kendi keyfince imla kabul etmez.

Milli şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay, vatan haininden profesör, hekimden lisaniyatçı, cahilden müverrih, yabancıdan nazır, Yahudi’den başvekil, serseriden idealist çıkmaz. Milli şuur bir ışıktır, yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak karanlıkta iş görmelerine engel olur. İnsanda beyin ne ise, millette de milli şuur odur. Ciğeri, karaciğeri hatta bazen kalbi kurşunla delinen bir adamın yaşadığı vakidir.


Fakat beyninden kurşun yiyen bir insanın yaşamasına imkân yoktur. Bunun gibi bir millet de ordusuz ve istiklalsiz yaşayabilir. Hatta dilini kaybetse de ölmeyebilir. Yeter ki milli şuuru olsun.

Milli şuur bir milletin yaşama iradesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır. Yirminci yüzyılda milli şuuru olmayan milletler yıkılmaya mahkûmdur” diyerek bu kavramın sınırlarını çizer. Hatta der ki: “Yabancı kan taşıyanlar vatandaş olsa bile yabancı sayılır, onlara güvenilmez. Yabancılarla evlenilmez. Yabancı milletler ve şahıslar milli kadroya sokulmaz. ”
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #11 on: September 19, 2010, 01:42:48 pm »

TÜRK AHLAKI

Türklüğümüzle övünmenin yanı sıra bize övgü meziyetleri veren ve bizi diğer milletlerden üstün kılan ahlakımızın eşsiz olduğunu anlatan Atsız;
 “Disiplinli, doğru sözlü, açık sözlü, savaş ahlakı olan bir ırk “ olduğumuzdan bahseder.

“Türkler hem ahlaklı hem de iradeli bir millettir. Zaten bu ikisi de çok defa birlikte bulunur. Yaşayıp yükselmek, ahlakı ve iradesi sağlam olan milletlerin hakkıdır. Biz bu Türk ahlakına tam olarak malik bulunduğumuz zamanlarda yükseldik. Yükseldiğimiz zamanlar bu toprak, bu büyük ve milli davalar için kendilerini feda eden; yalan, riya, ikiyüzlülük bilmeyen, vicdanını satmayan insanlarla doluydu. Yabancıların ahlakını alarak bozulduğumuz zaman düşüp geriledik.

Ahlakın meydana gelmesinde en büyük sebep ırktır. Bir cemiyetin ahlakı ancak ırkının karışmasıyla değişebilir. Ahlak millet yapısının temelidir. O olmadan hiçbir şey olmaz. ”

Atsız, Türk’lerin üstün ahlakından bahsederken bunu sadece içinde bulunduğu yılların Türk cemaatiyle değil, eski Türklerden yola çıkarak değerlendirir. O halde Türklerin ahlak yapısı kuşaktan kuşağa aktarılmıştır ve evrenseldir diyebiliriz. Öyleyse; dünya durdukça Türk ahlak yapısı ara sıra tozlansa bile asla yok olmaz.
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #12 on: September 19, 2010, 01:43:15 pm »

TÜRKÇÜLÜKTE AHLAK

Türk ahlakına dair görüşlerine yukarıda değindiğimiz H. N. Atsız, Türkçülüğün de ayrı bir ahlakı olduğuna yönelik şunları söyler:

“Türkçülüğün sert bir ahlakı vardır. Türkçü kendisini mühimsemez, mütevazıdir, suç yapmışsa veya yanılmışsa itiraf eder. Maziye ve eski değerlere bağlıdır. Kalbi yalnız milletine hizmet etmek duygusu ile vurur. Bencillik davasında değildir.
 Türkçülük, Türk ırkının ruhunda, kanında, beyninde yaşayan hayat prensiplerinin fikir haline gelmiş bir şeklidir. Bundan dolayı da “sıra” ve “saygı” esaslarını ihmal edemez. Türkçülerin daha eski Türkçülere saygı göstermesi bunun için şarttır. Sırayı saygıyı gözetmeden çığırtkanlık edenler, hele daha eskileri batırarak kendisini yükseltmek hayali ardında koşanlar Türkçü değil, Türk değil, alelade insan bile olamazlar. Türk ırkı eskiyi inkâr eden, kendisine hizmet etmiş eski insanları küçük gören bir ırk olmadığı için böyle yapanların Türklüğünden daima şüphe ederiz. Bunlar Türkçü değildir, Türk de değildir. Bu gibi insanların ne Türkçülük kadrosunda ne de İstanbul’un üç Türkçü dergisinde( yani Çınar Altı, Tanrı Dağ ve Bozkurt’ta) yeri yoktur.
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #13 on: September 19, 2010, 01:43:44 pm »

GENÇLİK VE AHLAK

 Bu bölümde de Atsız’ın Türk gençliğinin ahlakına dair görüşlerinden bahsedeceğiz.
Atsız öncelikle eğitimin ve eğiticilerin öneminden söz açar:

“Gençler, bilhassa öğretmenlerini örnek almalıdırlar. Öğretmen gevşek veya ahlaksız oldu mu, gençte ilk tepkiler başlar ve bu tepkiler her şeyi inkara kadar gider. Öğretmen ahlak bakımından mükemmel bir insan olmalıdır. Yani seçkin bir zümreden olmalıdır. Hâlbuki bizde herkes öğretmen olmuştur. Ne ilkokul öğretmenleri için ne de ortaokul ve lise öğretmenleri için bir karakter seçimi yapılmamıştır” demiş fakat sadece bunu yeterli bulmamıştır:

“Gençlik ahlaki bir çevre içinde yaşamalıdır. ”

“Okulda, hayatta, sinemada, kitapta, plajda, sokakta, vapurda, tramvayda daima ahlakın hakim olduğunu görmelidir. Türk gençleri millete kötülük edenlerin tepelendiğini, büyüklere heykel dikildiğini görmelidir” sözleriyle günümüzde de geçerliliğini koruyan fikirlerini beyan eder.
Report Spam   Logged
OTTOMAN
Hero Member
*****

Karma: +0/-1
Posts: 978



« Reply #14 on: September 19, 2010, 01:44:27 pm »

OSMANLI PADİŞAHLARI

Bu bölümde Atsız’ın tarihimize ve tarihimizi şekillendiren kişilere verdiği önemden bahsedeceğiz.

Milli şuurumuzun açık kalması Türk tarihini, Türk kültürü, Türklük sevgisinin gönüllerimizde yer etmesi için tarihimizi iyice bilmemizin şart olduğu yönünde Atsız şöyle görüş bildirmiştir:

“Çocuklar kendi edebiyatlarını, tarihlerini okurken düşünürler, mukayese yaparlar, sevinirler, kızarlar, beğenirler ve tenkit ederler. Fakat sonunda bütün zaferleri ve bozgunlukları ile iyi ve kara günleri ile Türk tarihi, Türk kültürü, Türklük sevgisi gönüllerinde yer eder. Hatta bazen bütün o okuduğu cilt cilt kitaplardan akıllarında hiçbir şey kalmaz da yalnız gönlünde bir milli sevgi ve inanç kalır ki bizim de istediğimiz ve beklediğimiz zaten budur. ”
Report Spam   Logged
Pages: [1] 2 3 4   Go Up
  Print  
 
Jump to:  

Powered by EzPortal
Bookmark this site! | Upgrade This Forum
Free SMF Hosting - Create your own Forum

Powered by SMF | SMF © 2016, Simple Machines
Privacy Policy