Zulmün Zirve Noktası Evet, Edirne düşmüştür. Bulgarlar ve Sırpların elindedir artık Osmanlının üçüncü başkenti. Hıristiyan ahali ve işgal kuvvetleri sevinç içinde sokaklarda dolaşmaktadır. 26 Nisan 1913 tarih ve 3661 sayılı Fransızca Illustration Dergisi'nin yazısına göre;
"Konak Meydanı sabahın çok erken saatlerinde Bulgar askerleri tarafından kontrol altına alınmıştır. Bosnaköy, Kıyık ve İstanbul yolu üzerinde at koşturmaktadırlar. Askerlerin çevresinde azgın, kudurmuş bir kalabalık. Bunlar Musevi, Rum veya Ermeni olsun, daha düne kadar Türklerin ayaklarına kapanırken şimdi çığlıklar, feryatlar ve sevinç haykırışları içindeler. Yeni çarlarını görmenin ve onu selamlamanın heyecanını yaşıyorlar.
Saat onda General Vazofun kumanda ettiği ikinci piyade tümeni, başarında bandoları olduğu halde şehrin içinde görülüyor. Bandonun da önünde Türklerden alınan zafer sancakları ile altın sırmalarla yazılı Kuran risaleleri yazılı diğer bayraklar sergileniyor. General Vazof, gayrimüslimlerin bu coşkulu tezahüratına, şaşkın gülüşlerle karşılık vermektedir. Çevresindeki askerler sert yüzlü, sakallı ve aylarca süren başarısızlıklarının bedelini almak istercesine, öfkeli ifadelerle etrafa bakmaktalar. Edirne'ye sıra sıra girerler. Sonra bu asker kalabalığını Hıristiyan, Musevi ve Ermeni kafileleri izler. Onlarda da sanki hakları imişçesine işgali gerçekleştiren askerlerin gururu vardır. Bunlar arasında komitacılar, milisler ve diğerleri bulunmaktadır. Bu geçit resmi bütün bir sabah devam eder. Öğleye doğru askerler şehre dalar. Lokantalar, Hıristiyanların devam ettikleri kabareler aniden renk değiştirmiştir. Sokaklar Sırp ve Bulgar melodileriyle inlemektedir. ilk gün böyle geçer...
Ertesi gün Edirne korkunç olaylar yaşayacaktır. Tek bir söz ile söylemek gerekirse : korkunç! Bulgarlar avlarını ellerine geçirmişlerdir. Vatanlarını delice savunan Edirnelilere, bu savunmayı pahalıya ödeteceklerdir. Tam üç gün, evet tam üç gün hiç ara vermeden, insanlara eziyet ettiler. Askerin kin ve ihtirasına hedef olan Türk evleri, cehennemi gölgede bırakan bir kabus yaşadı. Yağma edildiler. Türk evlerinin kafes arkasında kaygı ile bekleşen kadınlarının gölgelerini sezen askerler, tekme ve dipçik darbeleriyle içeriye saldırdılar.
Ellerine ne geçerse aldılar. Mücevher, halı, elbise, ayna ve her şey... Taşınabilecek ve çalınacak birşey kalmayınca, kadınlara ve küçük kızlara saldırmaya başladılar. Edirne baştanbaşa bir feryat şehri halindedir artık. Kadınların ve kızların daha sonra yaptıkları tek şey bağırmadan, feryat etmeden ve inlemeden intihar etmek olur. Yağma edilen evlerin kapılarında tebeşirle çizilen haç işaretleri belirmeye başlar. Bu haç işaretleri yeni gelenlere, artık bu evde yağmalanacak mal ve ırzına geçilecek insan kalmadığını belirtmek için çizilmiştir.
Şehir savaş sırasında pek hasar görmemiştir. Sanat eserleri ve Selimiye Camii gibi muhteşem bir yapıt yerindedir. Ancak insanlar tükenmiştir. Zafere yüzyıllardan beri susamış olanlar, Edirne'nin işgali sırasında kendilerinden geçmişler ve dünyayı fethetmiş kahramanlar gibi düşünmeye ve hareket etmeye başlamışlardır.
Zaman zaman sokaklardan esir kafileleri geçmektedir. Her tarafta açlık başlamıştır. Selimiyenin kapısında ve konak meydanında, Bulgar ordusu ekmek dağıtmaktadır.Ancak bu ekmek dağıtmanın bir asil(!) davranış değil ayrı bir aşağılayıcı araç olarak kullanıldığı unutulmamalıdır.
Feracelerinin altında, ağlayan çocuklarını susturmayı bile unutan kadınlar, ekmek, verilen arabalarının kapısında, hakaretin her türlülsüne tanık olacaklardır. Nitekim kısa bir zaman sonra, aylardır yalnızca süpürge tohumu yiyen bu gururlu insanlar, Bulgarların dağıttıkları ekmeği almaya gitmeyeceklerdir. Ekmekler ve diğer malzeme Bulgarların elinde kalır. Askeri yenilgi, gururun zafer kazanmasını önleyememiştir.