asker
Global Moderator
Sr. Member
   
Karma: +3/-0
Posts: 434
|
 |
« on: January 09, 2011, 02:15:36 pm » |
|
Sudan Krizinin Çözümü ve İsrail'in Arzuları
Çocukluğumuzdan beri Sudanın Arap dünyasının gıda deposu olduğunu duyuyoruz. Bu söz boşuna söylenmemiştir. Sudanın, yüzölçümü bakımından en büyük Arap ülkesi ve yine yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük 10. ülkesi olduğunu öğrendiğimizde bu sözün boş olmadığını anlarız. Sudanın yüzölçümü 2,5 milyon km²den fazladır. Sadece Darfur bölgesinin yüzölçümü bile Fransanın yüzölçümünden büyüktür, Güney Sudanın yüzölçümü ise 1 milyon km²ye yakındır ve Sudanın toplam nüfusu 35 milyonu geçmemektedir. 200 milyon dönüm ekilebilir arazisi, 130 milyon büyük baş hayvanı bulunmaktadır ve yağmurları ile su kaynakları toplamda bütün Arap ülkelerini geçmektedir. Yer altı kaynaklarının çoğu yatırıma dönüştürülmemiştir ve bunlar petrol, altın, bakır, demir, uranyum, boksit ve bunun gibi madenlerden oluşmaktadır. Bunlara ek olarak etnik, kabilevi ve kültürel çeşitliliğin olduğu, yüzden fazla dil ve binlerce lehçenin bulunduğu Sudan, bir araştırmacıyı Sudanı mini Afrika olarak tanımlamaya sevk etmiştir. Sudanda gizli olan bu büyük servetin ve bu korkunç zenginlik, açgözlülerin iştahını kabarttığı için bitmek tükenmek bilmeyen krizlerle boğuştuğu sonucunu çıkarmak uygun olur.
Son olarak petrolün keşfedilmesiyle Amerika ve Batının Sudan üzerindeki arzularının ve bununla birlikte fitnelerin arttığını ve sorunların çıktığını söylemek yerinde olacaktır. Sudan petrolünü keşfedenin ve onun petrol denizi üzerinde yüzdüğünü söyleyenin Amerikan şirketi Chevron olduğunu bilirsek fitnelerin sebebini anlarız. Amerikanın Sudana beslediği kara kinin nedeni ise kurtuluş devriminin Chevron şirketini ülkeden kovması ve onun kazdığı kuyuları Çinli şirketlere teslim etmesiyle başladı. Böylece Amerika ile Sudan arasında savaş başlamış oldu. Ekonomik yaptırımlar, ambargo ve Beşirin tutuklanması kararının çıkarılmasına kadar giden Uluslararası Mahkemenin kullanılması ülkeler tarihinde benzeri görülmemiş olaylardı.
Amerikanın en büyük krizi yani güneyle kuzeyin birbirinden ayrılması krizini çıkarmak için referandumu sabırszlıkla beklediği anlaşılıyor. Bu olursa Afrika kıtası tarihinin en tehlikeli olaylarından biri gerçekleşmiş olacak. Ama başlangıçta Sudanın bir tane değil çok sayıda kriz yaşadığını açıklamamız gerekiyor. Belki de bunlardan en eskisi ve aynı zamanda en yenisi bu ayın başında yapılacak olan referandumla ateş üzerindeki Güney Sudan krizidir.
Bu krizden bahsetmeden önce Amerikan idaresinin 80lerde meydana gelen kurtuluş devrimiyle, intikam planını kullanarak mücadele ettiğine işaret etmekte fayda vardır. Bunun sebeplerinden biri de söylediğimiz gigi petroldür. Bu plan Sudanı birbirinden nefret eden küçük parçalara ayırmayla sonuçlanacak bir dizi kriz içinde boğma şeklindeki bir plandır. Hatta Amerikan araştırma merkezlerinden biri Clinton yönetimine parçalanması için Sudanı dört bir tarafından çekmesini tavsiye etmiştir. Bu ise doğudaki Beja ya da doğu krizi, batıdaki Darfur krizi, kuzey ile güney arasındaki müzmin güney krizi ve iki taraf arasında sınır bölgesinde yer alan petrol zengini Abyei krizidir.
Güney cephesi, Eritrenin başkenti Asmarada 2008 yılında imzalanan anlaşmadan sonra sakinleşmiş olsa da Darfur, Güney ve Abyeideki diğer krizler halen devam etmektedir. Bunun yanısıra bir de 1956 Sudanın bağımsızlığından bu yana rafa kadırılmış olan Sudan ile Mısır arasındaki Halaib krizi bulunaktadır. Sudanın şuan mücadele ettiği krizler arasında en tehlikelisinn Güney krizi olduğunu söylersek abartmış olmayız zira bu kriz içerisinde, hazırlıklarının son sürat devam ettiği referandumla ve iki taraf arasında 20 yılı aşkın bir zamandır devam eden ve ayrılık çanlarının çalındığı bir ortamda Güneyin Sudandan ayrılması ihtimalini barındırıyor.
Güney Hükümeti Başkanı ve Sudan Başkanı Birinci Yardımcısı Salva Kiir Mayardit 9 Ocakta yapılması planlanan referandum öncesi çıkıp hiçbir giriş yapmaksızın referandumun sonuçlanması halinde Güneyin başkenti Jubada İsrail konsolosluğu açmaya hazır olduklarını söyledi. Burada şu soruyu soruyoruz: Bu erken ilanın anlamı nedir?
20 yıldan fazla süren ve 2005 yılında Nifaşa Anlaşmasının imzalanmasıyla son bulanan güneyle kuzey arasındaki olayları takip eden kişi, anlaşmanın 5 senelik geçerlilik süresinin iki taraf arasındaki gerginliğin hatta tartışmalı bölge olan Abyeide hiç bitmeyen kanlı savaşın gölge düşürdüğü bir ateşkesten başka bir şey olmadığını anlaması zor değildir. Aynı şekilde İsrailin savaş ve ateşkesteki rolünün olayları istediği yöne çevirme bakımından güçlü olduğunun anlaşılması da zor değildir. İsrailin istediği şey ise kesin ayrılık ve beklenen Güney devletinin kurulması ve organik olarak İsraile bağlanmasıdır.
Salva Kiirin bu sözleri bütün bu anlatıların kaçınılmaz bir sonucu ve tabii bir sonucu gibiydi. İsrailin Nil havzasına girişi yeni değildir, Siyonistlerin Nil havzasında İsrailin hissesi sahibi olması için yaptıkları çalışmalar hiç durmamıştır, başlangıçtan itibaren Güney Sudan üzerinde yoğunlaşan İsrail Güneyde kurulacak devlet üzerinde nüfuz sahibi omak ve Nil sularından pay alabilmek için kuzeyle güney arasında savaş çıkarmak için çalışmıştır. İsrailli olan Moshe Faraji, İsrail Afrika ilişkileri hakkında yazdığı kitapta İsrailin Sudan Kurtuluş ordusu subayları ve komutanlarının maaşlarını ödediğine işaret ediyor. İsrailde yayınlanan askeri Markhot Dergisi, İsrailin Güney Kurtuluş ordusuna 500 milyon dolardan fazla ödediğini söylüyor. Amerika bunun büyük bir kısmını örtbas etti İsrail de Güneylileri Nil sularının Mısıra akışını artıracak ve kuzey Mısırdaki projelere can verecek olan Jonglei kanalının yapımına engel olmaya ikna etti. İsrail Güneyliler bu su üzerinde daha fazla hak sahibidir dedi. 80lerin ortasında güneyde petrol bulununca en iyi uzmanlarından birini gönderdi ve bu kişi petrol rezervlerini 7 miyar varil olarak belirledi. Bunun sonucunda Güneyliler paylarını istemeye başladılar ve kuzeydeki Kosti rafinerisinin inşaasına karşı çıktılar. İsrail Darfur krizine de burnunu soktu ve ayrılıkçı grupların komutanlarındna biri olan Abdulvahid Nur doğrudan ilişki kurmak amacıyla İsrailde kendi grubunun şubesini açtığını ilan etti.
Aynı soruyu tekrar soruyoruz, Salva Kiir neden böyle bir açıklamada bulundu?
Bütün bu olanların ışığında bu açıklamanın arka planı şu şekilde değerlendirilebilir:
1-Salva Kiir referandumun sonucunun kesinlikle ayrılıktan yana olacağından, Halk Hareketinin Nifaşa Anlaşmasının ilk gününden bu yana devam ettiğinden, kuzeyle birleşmenin cazip bir seçenek olmadığından ve güneylilerin birleşmenin seçilmesi durumunda ikinci sınıf vatandaş olacakları bahanesiyle ona karşı birleşeceklerinden emindir.
2- Güney hükümetinin İsraile ayrılıktan sonraki ilk iş olarak başkent Jubada bir İsrail konsolosluğu açma sözü vermesi. Bu, İsrail ile halk Hareketi arasındaaki kadim ilişkilerin bir semeresi ve İsrailin yaptığı sürekli yardımın bedelidir.
3-Amerika ve genel olarak Batının güneydeki yeni devletin Amerika ve Batının Afrikadaki uzantısı olarak gösterilmesi. Bu, devletin uluslararası olarak kabul görmesinin, derhal BMye alınmasının ve ayrılığa İslami, Arap ülkeleri ya da Sudandan gelecek herhangi bir itirazın önünün kesilmesinin ön hazırlığıdır.
4-Yeni devletin Afrika kıtasına herhangi bir İslami ve Arap uzantısının girmesine engel olmasında İsrail ve Batı güçlerinin mızrak ucu olması, Sudanın rolünün Arap-İslam-Afrika boyutuyla sınırlandırılması, Nil havzasındaki büyük oyununu bu sulara ve daha sonrada havza ülkelerine hükmederek oynaması için İsrailin önünün açılması. (Nil havzası ülkeleri Mısır, Sudan, Uganda, Kenya, Etiyopya, Eritre, Kongo, Ruanda, Burundi ve Tanzanyadır.)
Böylece bütün Afrika İsrailin arzularına açık hale gelecek. Kara kıta İsrailin kuruluşundan bu yana bu devletin siyasi gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. İsrail Sudanın sahip olduğu tabi kaynaklar, zenginlikler ve özellikle uranyumu elde etmek istiyor. Kıtanın stratejik konumu, Tevratın hedeflerine ek olarak Araplar ve bölge ülkeleri tarafından İsraile uygulanan tecridi aşarak güvenliğini sağlaması için de önem arz ediyor.
İsrail kıtayı delmeyi ve ilişki ağını genişletmeyi başardı. Buna delil olarak bugün, İsrailin Afrikadaki temsilciliklerinin 40ı aşmasını ve İsrail ile diplomatik ilişki kurmayan sadece 3 Afrika ülkesi kalmasını gösterebiliriz.
İsrail sanayisi ve ürünlerine yeni pazarlar bulması için gerekli olan hammaddeyi bulma amacıyla ticari ilişkilerini geliştirme politikası gütmektedir. Bugün İsrailliler Afrika siyasetine hükmeden en büyük şirketlere sahipler. İsrail istihbarat ve eğitim alanlarında askeri destek sunma, kıtaya silah takviyesinde bulunma ve kontrolünü pekişirmek amacıyla çatışmaları alevlendirme siyasetini uyguluyor. İsrail bu nedenle Afrika kıtasında ona dost olan rejimleri destekliyor, ona muhalif olan ülkelerin siyasi istikrarını sarsmaya ve Arap ülkelerine yakın olmaya çalışan rejimleri düşürmeye çalışıyor. Aynı zamanda Afrika ile Arap ülkeleri arasında anlaşmazlıkla çıkarmaya, su kaynaklarına özellikle de Nil nehrine hâkim olarak Sudan ve özellikle Mısıra baskı uygulamaya çalışıyor. Diğer taraftan da İsrail insani yardımlar sunma ve sivil toplumu destekleme siyaseti uyguluyor. Afrikada bu bağlamda pekçok özel eğitim merkezi kuruldu ve sürekli olarak bu merkezlerin geliştirilmesi ve yeniden düzenlenmesi için çalışıyor.
Bütün bu anlatılanlardan sonra iki taraftan da en yüksek düzeyde hergün güvence duymamıza rağmen kuzeyle güney arasında yeniden savaş çıkma olasılığının barış ihtimalinden daha çok ve büyük olduğunu söyleyebiliriz. Sudanlıların 48, 56, 67 ve 73teki savaşlarda İsraile karşı savaşmışken güneylerinde Afrikalı bir İsrail görmeleri zordur. İsrailin de intikam almaya çalışmaması ya da güneylileri petrol payının büyük kısmını istemeye kışkırtmaktan vazgeçmesi özellikle de Tel Avivin diplomatik olarak güneyi ve yönetimini ele geçirmesinden sonra zordur.
Bölgesel ve uluslararası etkileşimlerin ışığında ufukta Sudan krizinin gidişatına dair gördüğümüz senaryolar şunlardır:
1-Hazırlanılması için yeterli zamanı vermek amacıyla referandumun ertelenmesi üzerinde anlaşılması. Bu halkın birlik seçeneğine yeniden tutunmasını sağlar ve bu seçeneği Güneyliler için cazip bir seçenek haline getirir. Referandum Yüksek Komisyonu bu eğilimi ya da senaryoyu gündeme getirdi ve oy vereceklerin kaydedilme dönemi uzatıldı. Ama Güney hükümeti tarafından gördüğü tepkiye bakıldığında bu senaryo pek şanslı görünmüyor.
2-Referandum sonucunun ayrılık olması durumunda kuzeyle güney arasında federal birliğin kurulması üzerinde anlaşılması. Bu senaryoyu iki tarafa da öneren Mısırdı ve Dışişleri Bakanı Ahmet Ebul Gayt bundan bahsetmişti. Ulusal Kongre Partisi ise bu öneriyi reddetti.
3-Sudan hükümetinin Amerikanın pekçok şartını onaylaması. Bu şartlar arasında Amerikan petrol şirketlerine yeniden imtiyaz verilmesi, Sudanın Filistin direnişine yardım etme siyasetinden vazgeçmesi, gizli şartın yani Sudanın Camp Davide katılması şartının uygulanması ve İsrailin tanınması yer alıyor. Böylece Washington Sudanın birleşik kalmasına, Darfur ve Abyei sorununun çözülmesine, yaptırımların kaldırılmasına ve başında Beşirin olduğu Sudanlı yetkililerin tutuklanma kararlarının kaldırılmasına yardım edecek. Bu senaryonun, Ulusal Kongre Partisi ve Sudan yönetiminin konumu ışığında gerçekleşmesinin neredeyse imkânsız olduğu görünüyor.
4-Bahsedilen 3 senaryonun başarısız olması ve Güneydeki Halk Hareketinin yürüttüğü referandumun sonucunun ayrılık olması. Bu durum özellikle de temel petrol bölgelerinden biri olan Abyeideki savaş henüz sonlanmamışken yeniden savaş çıkması ihtimaline kapı aralıyor. En güçlü itimal ise güneyde sivil savaşın çıkmasıdır çünkü orada ayrılığı ve Halk Hareketinin tek başına iktidara gelmesini onaylamayan Güneyli ve Arap kabileler bulunmaktdır. Yeni doğacak ayrılıkçı devletin zayıflığı, geri kalmışlığı ve güneyin herşeyde kuzeye bağımlı olması, denize çıkışının olmaması bu ihtimali daha kuvvetli hale getiriyor.
Son olarak; çoğu Arap ülkesinin bütün bu olanları seyredeceği ve Araplar için çok tehlikeli olumsuz etkileri olmasına rağmen mesele onları ilgilendirmiyormuş gibi bu tehlike karşısında harekete geçmeyeceklerini söylemek üzücüdür.
Suriye'nin Eski Sudan Büyükelçisi Dr. Türki Sakrın analizi, Gülşen Topçu tarafından israhaber için tercüme edildi.
|